26 Şubat 2014 Çarşamba

MEYVE OLDUĞUNA KİM İNANIR?

Önümüzde ki günlerde gerçekleştireceğimiz bir üniversite etkinliği kapsamında ki bilgi yarışmasına soru hazırlarken, son yıllarda yarışmaların popüler sorusu olan domatesin meyve mi sebze mi olduğu tartışması aklıma düştü. Bunu bilmeyen kalmamıştır diye düşünüp yazacağım soru için bu kadarıyla yetinmedim. (bu parantez bilmeyenler için : meyvedir ).Bu ayrımı tam anlamıyla keşfedebilmek adına biraz bakındığımda aslında domatesin bu konu için yeterince çarpıcı bir örnek olmadığını gördüm. Çünkü duyduğunuzda inanamayacağınız yılların sebzeleri aslında botanik olarak meyveymiş !

Ayırım tam olarak şu şekilde açıklanmış : Eğer yediğimiz bitkinin içerisinde döllenme amacıyla bulunan çekirdekler var ise bu bitkiler meyve olarak sınıflandırılıyor, meyve haricinde kalan kök, gövde ve yaprak gibi bitkiye göre yenilebilirliği değişen bölgeler ise sebze olarak adlandırılıyor.

Bu tanımlara göre baktığımızda genellikle yanlış tanınanların 'aslında meyve olan sebzeler' olduğunu görebiliriz.

beni en çok şaşırtanlar meyveler şu şekilde;
fasülye
biber
patlıcan (hadi canım dediğinizi duyar gibiyim)
salatalık
kabak
ve son olarak meşhur domates!

Aslında bu örnekler düşünüldüğünde botanikçilerin tam olarak neyi kastettiğini anlamak çok da zor değil. Hepsinin içindeki o çekirdekler gözünüzde canlanıyor olmalı :)


Yine de bilim insanlarından çok ananelerine güvenen bir toplum olarak bu durumu da kabullenememiş bir kesim var ve onları ikna etmek gerçekten zor.( Bir gıda mühendisi adayı olarak söylediklerimi kabul etmeyen annem de onlardan biri diyebilirim :) )Hatta bu insanların biraz bilgi sahibi olanları bu bahsettiğimiz bitkilere 'meyveleri yenen sebzeler' ismini vermişler.

Bu durum beni şaşırtmadı, sizi de şaşırtmasın.

Şimdi bu konuştuklarımızı beyninizin bir kenarına yazıp, pazarda ki 'sebze' reyonundan 1 kilo patlıcan 2 kilo biber almaya devam edin.
Belki de hayat böyle daha kolay :)

7 Şubat 2014 Cuma

1984 - HAYVAN ÇİFTLİĞİ

     Bu yazımda George Orwell tarafından kaleme alınmış, okumakta epey geç kaldığımı düşündüğüm iki önemli eserden bahsedeceğim. Öncelikle okumayı planlayanların benim düştüğüm hataya düşmemelerini şiddetle tavsiye ediyorum. Yazarımızın 1984 kitabıyla tanındığı yadsınamaz bir gerçek hatta bu kitap anketlerde insanların 'okudum deyip okumadıkları kitaplar' sıralamasında başı çekiyormuş.


Bende sanıyorum ki bu popülariteye dayanarak 1984 ile başladım Orwell macerama. Fakat önsözden etkilenerek anında sipariş ettiğim Hayvan Çiftliği' nin hem daha önce yazıldığından, hem de bire bir aynı konu işlenmese de 1984'e doğru giden yolda bir kalfalık eseri olduğundan habersizdim. Zira Hayvan Çifliği'ni okumaya başladıktan sonra bir çok yerde 1984 ile hemen hemen aynı fikirlerin, aynı uygulamaların daha önceden burada da geçiyor olması beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Aslına bakarsanız sıralamayı doğru yapmış bile olsaydım bu benzerlikler beni ziyadesiyle şaşırtacaktı.

Bu iki kitaba ayrı ayrı değinmek gerekirse;


1984; bir solukta biten, yazarın akıl almaz zekasıyla insanı hayretler içerisinde bırakan, saf iktidar ve diktatörya için yapılabilecekleri gözler önüne seren harika bir kitap. Önsözde Celal Üster tarafından da bahsedildiği gibi bu kitap bir 'disütopya' örneği. Yani ütopyalarda ki geleceğe dair gerçekleşmesi imkansız, iyimser hayallerin aksine burada bir pesimistik yaklaşım bulunmaktadır. Aslına bakarsanız 1984'ü okuduktan sonra karşıtta olsa anlatılan durumun tamamıyla ütoptik olmadığı, Orwell'in muhteşem bir öngörüyle günümüz yönetimlerinin bazı tutumlarını gözler önüne serdiğini söylemek kaçınılmazdır.

Kitapta iktidarı daim kılmak ve güçlendirmek için izlenen yollar bile tek başına kitaba sıkı sıkıya bağlanmanızı sağlayacak birer etmen. Dili daraltarak iktidar aleyhine olabilecek tüm kelimeleri yok etmek, halkın her anının izlendiği tele ekranlar, aynı anda var olamayacak iki kavramın kabul görmesini sağlayan çiftdüşün kuralı ve kafanızdan geçen şeyleri bile kontrol etmeye çalışan düşünce polisi bunlardan bazıları. Bunun yanında karakterlerin işlenişi ve analizleri de kitabın içerisine girip, verilen ruh hallerini tamamıyla özümsemenizi sağlıyor. Daha fazla ayrıntıya girip alacağınız hazzı düşürmek istemediğimden ötürü biraz da Hayvan Çiftliğinden bahsetmek istiyorum. 

Ve tabi ki de!


Gelelim Hayvan çiftliğine.

Kitap bir çiftlikte yaşayan hayvanların sahiplerinin sıkı yönetimine başkaldırarak herkesin eşit olduğu sosyalist bir düzen kurmak amacıyla yaptıkları devrim ile başlıyor. Bu devrimin sonucunda domuzlar zekalarıyla ipleri eline alır ve düzeni kendi çıkarlarına göre oturtmaya başlarlar. Öbür hayvanlar için önemli olan tek şey bir insan tarafından yönetilmemektir ve bu fikir karşılaşılan her olumsuz durumda hayvanlara hatırlatılmaktadır. Sosyalist düzeni oturtmak için alınan 7 emir ise kitabın önemli noktalarından biri.
Bu emirler şöyledir;

1)iki bacaklı canlılar bizim düşmanımızdır
2)dört bacaklı canlılar dost ve müttefikimizdir 
3)hayvanlar asla giyinmeyeceklerdir
4)hayvanlar asla yatakta yatmayacaklardır
5)hayvanlar asla içki içmeyeceklerdir
6)hayvanlar asla hayvanları öldürmeyceklerdir
7)bütün hayvanlar eşittir

Başta huzur içinde yaşanıp tüm kurallara uyulan çiftlikte, kurallar yavaş yavaş domuzlar tarafından çıkarları doğrultusunda değiştirilmeye başlanır. İlk başta hayvanların tamamlamaya çalıştıkları yel değirmenine gerekenler için diğer çiftliklerle iletişim kurabilmek adına bir insanla birlikte çalışarak bozulmaya başlayan yasalar, domuzların daha rahat düşünebilmeleri için eski çiftlik sahibinin evine yerleşip yataklarda yatmalarıyla, içki içmeleriyle ve asilik yapan diğer hayvanları öldürmeleriyle devam etmiştir.Cahillikleri sebebiyle okuma yazma bilmeyen diğer hayvanlar bunların yasak olduğu konusunda ara sıra tepki göstermiş olsalar da çiftlik duvarında yazılı olan bu yasaların zamanla değiştirilmiş olduğunu fark edemeyecekler ve yanlış anımsadıkları onlara dayatılacaktır. Bir nevi geçmiş kontrolü yapılmaktadır. Bu durum 1984'te de aynı şekilde kullanılan bir yönetim taktiğiydi, geleceği şekillendirmek için geçmişi buna fayda sağlayacak doğrultuda değiştirmek ve zaten her zaman öyleymiş gibi davranmak insanların belli bir süre sonra durumun öyle olduğunu kabullenmelerini sağlıyordu. 

Zamanla 7 emirden bazıları şuna dönüşmüştür ; hayvanlar asla çarşaflı yataklarda yatmayacaklardır, hayvanlar aşırı içki içmeyeceklerdir ve hayvanlar sebepsiz yere diğer hayvanları öldürmeyeceklerdir. 
Ve son olarak ta BÜTÜN HAYVANLAR EŞİTTİR AMA BAZI HAYVANLAR ÖBÜRLERİNDEN DAHA EŞİTTİR kuralı kitabın özü niteliğindedir.


Bu düşünce ve geçmiş kontrollerinin yanında, hayvanların aşırı derece çalıştırılmasıyla sistemde ki yanlışları düşünmelerine fırsat tanınmaması da 1984'te proleterler olarak adlandırılan kesimin durumuyla aynıdır.

Bir diğer konu ise Hayvan Çiftliği'nde hangisinin düşman olduğu çıkarlara göre değişen Pinchfield ve Foxwood çiftlikleri bana 1984'te ki Doğu Asya ve Avrasya arasında ki ikilemi anımsattı.

Tüm bu çıkarımlarımın sonucunda bir çok ortak noktası olan bu iki kitabı şu şekilde birbirinden ayırabiliriz;
Hayvan Çiftliği, 1984'e göre anlaşılması daha kolay ve daha yüzeysel bir kitaptır.
Hayvan Çiftliği'nde Stalin dönemindeki sosyalizmin amacına ulaşamaması eleştirilirken, 1984'te totaliter bir rejim eleştirilmektedir. 
Hayvan Çiftliği'nde bu zorba yönetimlere maruz kalan hayvanların psikoanalizleri yetersizken 1984'te bu konuda da ana karakter sayesinde yeterince bilgi bulabiliriz.

Demem o ki ; eğer ki bu iki kitabı da okumak istiyorsanız izlemeniz gereken sıra Hayvan Çiftliği-1984 olmalıdır. Ya da naçizane fikrim sadece 1984'ü okumak yeterlidir, Hayvan Çiftiği'nin aynı konunun sosyalizm eleştirisi hali olduğunu düşünebilirsiniz.


Umarım bitirdikten sonra bir şeyler sizi de rahatsız eder, şimdiden keyifli okumalar. 

















5 Şubat 2014 Çarşamba

KONUŞACAK ŞEYLERİMİZ VAR



     Öncelikle ikimizde bloguma hoşgeldik. Elbette ki  burada bulunmamın bir sebebi var. Bir çokları gibi bende içime doğru ilerleyen ve kendimi arayış yolculuğuma ciddiyetle başlamış bulunmaktayım. Bu yolculuğun duraklarından birinde karşılaştığım bir gerçek beni burada yazmaya sürükledi. O gerçek, aklımdan geçenler ya da öğrendiğim şeyleri yazıya dökmediğim sürece benden kaçıp gittikleriydi.

    Ayrıca üzerinde konuşmak istediğim bir konuyu önce toparlayıp kendime anlatmamın ( ve tabi ki sana); bana (ve tabi ki bize) katkılarının çok olacağını düşünmekteyim :) Bu sebepten ötürü artık düşünme eylemlerimi burada gerçekleştireceğim.

    Ben üretip, hafızama kazırken; sen ilgini çekenlerle yeni başlangıçlar yapabilirsin.
    Tekrar hoşgeldin.

Kal sağlıcakla.